Davranışlarım ile düşüncelerim, defalarca sonucu belirsiz tartışmaya girerler. Duruma göre, mantık da kazanabilir, günü kurtarma çabası… Konuşmalar sonrası, “Doğru mu yaptım? Keşke, böyle deseydim.” Karmaşasından sıkıldım. Nasıl olsa hayat akıyor. Bırak o an, orada kalsın. Kendime ders vermekten, ya da ders çıkarmaktan yoruldum. Pişmanlık değil bu, daha iyi olma gayretiydi.
Bu günden sonra daha sağlam duruşlu, kendinden emin biri olmaya karar verdim. Doğruluğunu veya yanlışlığını düşünmeden konuşmak, karizmatik bir görünüm sağlasa da, bana göre değil.
Saçmalamak ve liderlik, bazen eş zamanlı ilerliyor. Dinliyorum, söze girmeden. Kendimi zor tutuyorum. Hayallerini gerçekmiş gibi anlatan kişileri görünce, tutamıyorum. Hataları düzeltmek için araya girmek ve akışı bozmak. Benim işim değil, belki de. Kurdukları mutlu ve vazgeçilmez dünyalarında, kendi hallerine bırakmak en iyisi. Düzeltme yapanları, düşman gibi görmeye başlıyorlar. Önlerinden bir taş yuvarlıyorum, arkasından çığ gibi gidiyorlar. Sohbeti kontrol etme gücü elimde. Destekleyici konuşma, bir noktaya kadar ilerletiyor. Sonrasında çıkmaza giriyor. Akışta karşı düşünce sunmak, sohbetin ilerlemesinde yardımcı olsa da keyifsizlikten kurtaramıyor.
Bir arkadaşım var: Sohbet aralarından kendine pay çıkarır. İleride önüme ses kaydı gibi sunar. Aleyhimde delil gibi, kaçmaza sürükler. Onunla konuşurken, kullanacağınız kelimeleri iyi seçmeniz gerekli. Sürekli savunmada olmaya gerek yok. Sonuçta sözümüz senet değil.
Kişiliğimi ortaya koymayı, onun farkına varabilecek kişilerle paylaşırım. Yüzeysel insanlarla derin muhabbetler kurmaya çalışmak, off-road yapmak gibidir. Çukurlardan çıkmaya uğraşırken bir yere varamıyoruz. Üst üste koyarak ilerlemek gerek. Engelleri aşmak değil burada bahsettiğim. Akıcılık ve boşa kürek sallamamak.
İlk defa gördüğümüz birisini, hemen akılda ki kalıplara oturtmaya çalışırız. O anki yüz ifadesi, kıyafetler, hava sıcaklığı gibi bir çok etken var. Çok ılımlı birisini, sert kişilikli sanmamıza neden olabiliyor. Ön yargıdan çok tanımlama isteği otomatik gelişiyor. Bir deneyde, yüzlerinde maske olan insanlardan çekindiğimiz ortaya konmuş. Bunun nedeni karşıda ki kişinin, duygu ve düşüncesini okuyamamak. Hatta palyaço korkusunun da temelinde bu yatıyormuş.
Yüz hareketlerimi en aza indirerek konuşmayı deniyorum. Böyle bir durumda samimiyetsiz veya canı sıkkın birisi olduğumu sanıyorlar. Taşıdığım duyguları bilemiyorlar. Her şeye tepki vermekte, itici geliyor bazılarına. Aslında ne yapsak yaranamayız. Kendim olmak veya olmak istediğim kişiyi yansıtmak elimde. Tiyatro oynamaya gerek yok. Hayat bir sahne ise eminim ki başrolünde ben yokum. Herkes kendini önemli sanarken, ne kadar küçük olduğumuzu unutuyorlar. Ben oyuncu değilim. Sistemin çalışması için gerekli dişlilerden birisiyim.
Güneş tam tepede iken, fikirlerimi söylemek kolay olabilir. Sıcaklığın etkisini görmezden gelebilirsem, iyi işler çıkarabilirim. Hava karardığında; önümü görebiliyorsam, bu aydınlık zamanlarda yaptığım birikimler sayesindedir. Sıralamak ve düzene sokmak, gerek bilgileri. Zeki kişilikler düzenli olmak zorundadırlar. Dışarıdan bakıldığında görünen karmaşa, bir düzenin yerleşimi olabilir. İhtiyaç halinde elinle koymuş gibi bulmak, hafızanın sevdiği durumdur.
En derindeki; bilgileri, hatıraları, kokuları, tekrar öne getirmek ve bunu süper hızlı yapmak beynimizin doğasında var. Benlik olarak, kontrol edemeyebiliriz. Yine de alt düşünce, doğru şıkkın bu olduğunu dürter durur.
Görsel Kaynağı: https://pixabay.com/photos/eeg-integration-2680957/